14.08.2009

Maç kaç kaç?

Bugün gün ortasında, buraya en yakın ilçeden geçerken arabayla, öğle saati güneş tam tepedeyken bir baktım, yolun sağ tarafına düşen kısımdaki kreşte çocukları öğretmenleri gölgelik bahçeye çıkardılar, parkta oynasınlar diye. Hani biz sayfiye yerinde yazlıkçıyız ya. Uzak kalmıştı her türlü kurum ve kurumsal hareket bana. Kaplumbağayı düşündüm. Evde kaşına kaşına uzanmış film seyrederken anneannesi soğuk bişeyler yediriyordu muhtemelen. Bahçeye oynamaya çıkan o mutlu çocuklara kendi kendime üzüldüm iyi mi? Sonra da kızdım bir güzel . Milyonlarca çocuk oyuna hasret, ben nelere üzülüyorum diye. Tüm derdim kendimle benim. İki kalede de ben varım. Defansta da sol kanatta da ben oynuyorum. Yedek kulübesinde de ben kalede de. Gerekirse hakem ve amigo bile olabiliyorum kendi kendime. Düşünün nasıl bir gürültü içerde. Bu teşhisle son verdim yukarıda anlattığım saçmasapan ruh hali iniş çıkışıma. Kafamı çevirdim başka tarafa. Ama itiraf etmeliyim kafamı ne tarafa çevirsem aklımda yarım bıraktığım tüm işler çıngırak gibi öterek kafamın bir yanına toplanıyor. Bkz. kafasız başlıklar. Bkz. Prematüreyiz biz (Bu da ayrı mevzu).

Bir de yıllardır Alzeimer bildiğim bir ahbabımız meğer 30 yıldır falan bipolarmış, lityum aldığı için yıllardır böyleymiş. Şaşırdım. Daha da sempati duydum. Lityum hatrına.